Her şeyin hayırlısını istiyorum
Allah’tan, şu an üzülsem bile hayırlısı ne ise o olsun diyorum. Ama gel gör ki
hiç iyi şeyler olmuyor hayatımda, ergen bunalımlı halleri boşverelim 2006’ya
kadar uzanıyor hafızam ve tek tük iyi şeyler buluyorum. Biri çok istediğim
projeyi almamız ki hala hayrını göremedim iş bulma konusunda biri de sevgilimle
yollarımızın kesişmesi. Hani bunlar hayallerin de ötesi oldu benim için. Bunun
dışında insanın hayatında hiç mi güzel bir şey olmaz? Mutlu olduğum günler
olmadı değil evet mesela istediğim gibi iyi firmalarda beni günlerce
uğraştırmış olsa da staj ayarlamama mutlu olmuştum ya da abimin hayatının
aşkını bulup evlendiği gün de mutluydum. İstediğim bilgisayarı, telefonu alınca
da mutluydum, istediğim tatile gittiğimde de. Ama gerçekten tam anlamıyla mutlu
olduğum şeyleri düşünüyorum da içim kararıyor yahu minicik güzel bir şey olsa
hayatımda diğer taraftan kara bulutlar saldırıyor üstüme. Öyle günler var ki
geçmişte umutsuzluğa kapılıp hayattan tüm ümidimi kestiğim hala düşündüğümde
bile gözlerim yaşarıyor. Atlattım sanıyorum ama hepsinin üstünü örtmüşüm, içim
paramparça. Hayat benim için hiçbir zaman tam olarak yolunda gitmedi hep çakıl
taşları döşenmişti yoluma ve ben bugüne kadar tıngır mıngır idare ederek
geldim. Ama bugün değiştiği de yok. Hayırlısını diliyorum tüm kalbimle her şeye
rağmen mutsuz olsam bile hayırlısı olsun diyorum ve umutsuzluk hali yapışıyor
üstüme. Benim için hayırlısı hep mutsuz olmak, her işimin götün götün gitmesi,
hayata küfretmek havlu atmak ve tekrar sıfırdan başlamak. İnsanların hiç
uğraşmadığı kadar hayallerimin peşinde koşmak ama hiçbir zaman benim için
anlamını yitirmeden ulaşamamak. Benim için hayırlısı demek o çok istediklerimin
ben vazgeçtikten sonra gelmesi, anlamsızca bakıp kara mizaha gülümsemem ve
tekrar en baştan başlamam. Bugün yine yarından hiç umudum yok…
23 Mayıs 2013 Perşembe
15 Mayıs 2013 Çarşamba
Yağmurlu Bir Ankara
Şakır şakır yağan yağmurun sesiyle uyandım bu sabah. İç karartıcı
o karanlığa ve yatağın beni mıknatıs gibi çekmesine aldırmadan kalktım hiç de
hoş görünmeyen güne. Şemsiyemi evde unutmuşum, sevgilim de kendininkini almış
gitmiş, arkadaşımla kahvaltı yapmaya sözüm var dedim yağmura rağmen attım
kendimi dışarıya. Metroya yürüsem donuma kadar ıslanacağımdan sokağın başındaki
taksiye koşmaya başladım ama her zamanki gibi bir anda nereden çıktığını
anlamadığım üç kişi taksime bindi ve ben arkasından melül melül bile bakamadım
iki saniyede sırılsıklam olmuşum zaten. Zile bastım şükür ki yeni taksi hızlı
geldi. Yine her zaman olduğu gibi “Çok yağmur yağıyor taksiye bineyim en
iyisi”nin ağırlığı çöktü bütçeme. Gittik kahvaltımızı yaptık, muhabbetimizi
ettik kalktığımızda yağmur yağmıyordu ama sokaklar hala yağmur kokuyordu,
yürüdük biraz evime doğru dönerken ayrıldık. Ne çok özlemişim Bahçeli
sokaklarında yürümeyi? Öyle alıştım ki bu şehre hiç sevmiyorum desem de gitme
vakti yaklaştıkça daha da güzel görünüyor gözüme Ankara. Sahi ben nasıl
gideceğim buradan ve sevdiğimden? Yağmur ardından yürümezsem Bahçeli
sokaklarını hayatın tadını nasıl alacağım ki? Bu şehre küçükken geldiğim
zamanları düşündüğümde de hep bahar aylarındakiler geliyor niyeyse aklıma.
Yağmurlu bir Ankara sabahı, serin, gri ama içten bir şehir, toprak kokan
sokaklar, her yerden akan su, temizlenen gökyüzü ve açan güneş… Anılar,
insanlar, şehirler, sokaklar öyle bir bağ var ki aramızda ben nasıl gideceğim
bu şehirden, doğduğum şehir nasıl beni geri alacak içine hiç bilmiyorum.
Allah’ım nolur yardım et hayırlısından bir iş istiyorum bu kentte…
13 Mayıs 2013 Pazartesi
İşsizliğin Kafaya Vurması
İnsan sıkılır mı bomboş oturmaktan,
öğlene kadar yatmaktan, her şeyi canı istediğinde yapmaktan, gezmekten
tozmaktan? Ben sıkıldım hem de öyle böyle değil. Evet sonunda bu da oldu
işsizlikten kafayı yemek üzereyim. Hayır ben tüm hayatını tempolu yaşamış, hiç
boş durmamış, 24 saati yetiremeyen bir insandım buna alışkınım şimdi bu kadar
boşluk fazla geldi bana. Acil olarak kafamı yoracak bir iş istiyorum, stresi
bile özledim yahu biri tempo versin hayatıma ne olur! İş dilenmeye başlayacağım
artık, kim bana mühendis ol dedi ya da dayın yoksa Ankara’da niye doğdun ki?
Cv’imi bile okumuyorlar zannımca çünkü olumlu ya da olumsuz hiç cevap
alamıyorum, o kadar yazdık bari bir göz ucuyla baksaydınız, o kadar proje
koşuşturmaca zevk olsun diye mi yaptık? Yok ben yaparken zevk aldım orası ayrı
ama bir amacımız da vardı yani deneyim olsun gibi. Hırslı olduğumu bilmesem,
gocunmadan, şikayet etmeden çalışacak bir yapım yok desem belki hak verirdim
beni istememelerine ama bu değil sebep. Adamlar açıp bakmıyor bile onca
yazdıklarımıza, inan palavra sıktığım yok yapmadığım hiçbir şey yok o cv’de
hatta önemsemediğim küçük şeyleri yazmadım bile. Alnıma yazıp çıksam para çok
mühim değil eşek gibi çalışmak, yorulmak istiyorum, sürekli yatmak hiç bana
göre değil sıkıldım diye işe yarar mı dersiniz? Neyse hadi onu bunu bırakalım
tavsiye istiyorum, yeni mezun bir mühendis nasıl iş aramalı, bu süreçte neler
yapmalı? Herkesin dediği gibi en çok işe alımlar haziran temmuz aylarında mı
gerçekleşir? Benden daha deneyimli olan binlerce insandan tecrübelerini duymak
istiyorum, ne yapmalı?
9 Mayıs 2013 Perşembe
İstanbul Kaçamağı
Pencereden baktım bu akşam bir ara bahar
kokuyordu sokak ve bir aile çocuklarıyla mutlu bir şekilde gülüşerek
tırmanıyordu yokuşu. Mutluluk bahar aylarında saklı benim için, huzur işte
dediğimiz işte budur, güzel kokulu bir akşam vakti sevdiklerimizle. Bahar
aylarını hep çok sevdim özellikle de nisanı, yağmuruyla, ılık havasıyla,
kutlamalarıyla. Ama işte bu bahar başka bir bahar her şeyiyle, hiç mutlu
olmadığım kadar mutluyum sevdiğimle. Sürekli yürüyoruz, park bahçe tüm
yeşillikler ve her haliyle bahar bizden soruluyor bu yıl.
Fakat ben yazmaya 23 Nisan tatilimizden
İstanbul’dan başlayacağım. Yağmurlu bir sabahla karşıladı bizi o kocaman güzel
şehir, her zamanki gibi yağmur sanki bir bulutla birlikte beni takip ediyordu
sağ olsun tepemizden ayrılmıyordu. Her bahar bana olurdu da bu kez
şanssızlığıma sevgilimi de eklemiştim ne yazık ki. Moda’da kahvaltımızı
yaparken sabahın köründe sürekli dua ettik hava açsın ne olur diye. Neyseki
bizi sırılsıklam yapmadı sadece atıştırdı ara ara ve akşamüzeri durdu.
Tabi biz bu arada karşıya geçip
martılara simit atma ritüelimizi gerçekleştirdik ve o maketini yaptığımız ama
benim hiç gezmediğim Aya Sofya’yı, Topkapı Sarayını gezmeyi de ihmal etmedik.
Tabiki her resmi tatilde olduğu gibi bolca sıra bekledik. Sürekli tuvalete
gitmesiyle dalga geçtiğim sevgilimle tuvaletleri de ziyaret ettik, eksik
bırakmadık J
Kalan son enerjimizle bir Sultan Ahmet köftesi gönderdik midemize ve sonunda
İstiklal’e sürüklendik çünkü özellikle oteli oradan ayarladık gece eğlenelim
diye. Otele yerleştikten sonra birkaç saat uyuyup geceye hazırlanmalıydık ki
ikimiz de ilk kez taksimde gece geçirecektik (Eğlece anlamında ilk yoksa gece
yürümüşlüğüm, bir otelin üst katında denize karşı abimle romantik bir ortamda
oturmuşluğum var.) pilimiz erken bitmemeliydi ama o da ne ayrı yataklara mahkum
etmiş bizi otel üstelik otel dolu değişiklik mümkün değil. Ama ben ona
sarılmadan mutlu uyuyamam ki? Neyse dedik razı olduk kadere bir iki saat uyuduk
ve hoş geldik taksim gecelerine.
Islak hamburgerleri attığımız gibi önden
midelere biralar, shotlar, patates kızarmaları sürekli mekan değiştirerek en
son Nevizade’ye uğradık. Her zamanki gibi canım içtikten sonra nohutlu tavuk
pilav benim deyimimle sokak pilavı çekti tabi ki sevgilimin de canını çektirdim
boğaza ne zaman dayanmış ki J Sokak pilavımızı da yedik ve PukiDiki
çişim geldi diye tutturarak daha saat 12’yi henüz geçmişken otele uğrayalım bir
dedi. Otele geldik, geliş o geliş gece yol gelen sabahın köründen beri gezen
bünyeler üşenerek hadi uyuyalım dediler ve erkenden uyuduk. Ertesi gün kalktık
kahvaltımızı yaptık, şanslıydık bu kez güzel bir hava bekliyordu bizi yağmursuz
ve daha ılık. Attık kendimizi İstanbul’un kollarına, bu sefer de yine maketini
yaptığımız Galata Kulesine uzun bir sıra bekleyerek çıktık benim oraya da ilk
çıkışımdı, sevgilim neyse ki bininci kez gezdiği tarihi yerlerden hala zevk
alabiliyor ve bana eşlik ediyor.
Daha
sonra Bebek’e gittik bir waffle kaptık ve denize karşı Bebek Parkında yedik. Deniz kenarında büyümedim, hiç özellikle özlem
duymadım benim için deniz 1 haftalık kısa bir tatildi ama benim sevgilim deniz
kenarında büyüyüp denizi bu kadar özleyip nasıl Ankara’yı bu kadar çok
sevebiliyor ki? Manzara daha bir güzel görünüyor sanki onunla, öyle özlemle ve
zevkle bakıyor ki…
Daha sonra Ortaköye geçtik İstanbula gelmişken Ankara’da
özlemle aradığımız balığı yemeden olmaz dedik, son olarak da Beşiktaş’a geçtik
ve yine denize bakarak otobüs servis saatimizi bekledik. Sadece 1 gece 2 gündü
ama öyle çok baktık ki denize her açıdan, bir süre bizi götürür galiba J
Kapadokya için de söylemiştim yine söylüyorum daha önce İstanbul benim için hiç
bu kadar güzel olmamıştı, sevgilim askerdeyken yanına gittiğimde bile. Ama her
güzel şeyin bir sonu vardı, en sonunda otobüsümüze atladık ve bozkır ortası
Ankara’mıza geri döndük. Duam kabul gördü bu kez, bir aksilik çıkmadan sağa
salim, çok güzel bir kısa kaçamak yaptık. İşte hayat bu ben yaşamamışım ki
şimdiye kadar…
p.s: Bütün fotoğraflar kendi
ellerimizden çıkmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)